Rus evrimci paleontolog ve popüler bilim yazarı Aleksandr Markov, evrimsel biyolojinin son yıllardaki şaşırtıcı keşiflerini ve bu keşiflerle birlikte ortaya çıkan yeni soruları ele aldığı “Karmaşıklığın Doğuşu” adlı kitabın girişinde, popüler bilimi “insanlığın hayatta kalma araçlarından biri” olarak tanımlar. Kitabın bu bölümünde Markov, bilimle sıradan insanlar arasında giderek artan kopukluğun pek çok bilim insanını endişelendirdiğine dikkat çeker. Kopukluğun sebeplerinden biri olarak, özellikle son yarım asırda biyoloji biliminin her yeni başarısıyla yaşama dair
sır perdeleri birer birer kalkarken, elde edilen keşiflerin geleneksel medya tarafından gitgide daha çok çarpıtılır hale gelmesini ve bu çarpıtmaların geniş kitlelerde karşılık bulmasını gösterir. Dahası, “bu tehlikeli eğilimin neticesinde toplum bilim insanlarının neyle uğraştıklarını anlamaz, hatta bilim insanının gerekliliğini sorgular hale gelebilir” uyarısında bulunur.
Modern toplumun açmazlarından biri de galiba bilimin sözcülerinden basit, anlaşılır ve net (ama muhakkak beklentilerimize uygun!) cevaplar talep ederken, gerçek dünyanın aslında arzu ettiğimizden daha karmaşık olmasıdır: “Görünüşe göre bilim elde ettiği başarılarla kendi mezarını kazıyor. Zira bilim insanları ne kadar başarılı olursa, resim o kadar karmaşıklaşıyor ve bu nedenle “serbest bilgi hizmetleri pazarında” bilimin
rekabet gücü azalıyor. Bir gün bilim insanlarının soyu da tıpkı dinozorlar gibi tükenebilir.” Bu yüzden Markov, dünyanın bilimsel tasvirinin sıradan insanın bilincine ulaşabilmesi için özel çaba harcamak gerektiğini söylüyor. Buna göre modern dünyada bilimin popülerleştirilmesi hayır işi değil, toplumsal bir yükümlülük ve kendini koruma yöntemi olarak algılanmalıdır.
Kanımca, dünyada bu yükümlülüğün layıkıyla yerine getirildiği yerlerden biri de yüzyıldan uzun bir süredir Moskova’da ziyaretçi ağırlayan Darwin Müzesi‘dir. 1907 yılında Moskova Yüksek Kız Enstitüsü (şimdiki adıyla MPGU) Evrim ve Darwinizm Kürsüsü Başkanı Profesör Aleksandr Kots tarafından kurulan müze Rusya’nın tek evrim müzesi olma onuruna sahip. Bu yazıda bu mekanı popüler bilim meraklısı
gözüyle anlatmaya çalışacağım.
1995’ten bu yana şimdiki binasında faaliyet gösteren evrim müzesi, kurulduğu ilk günden beri bilimselliğin yanı sıra sanatsallığa ve görsel zenginliğe de büyük önem veriyor. Her salonda Rusya’nın en iyi taksidermistlerinin elinden çıkma doldurulmuş hayvan örneklerinin yanı sıra, bitki ve hayvan fosilleri, birebir ölçekli heykeller ve maketler, resimler, grafikler, bilgisayarlar, kiosklar ve özellikle çocuklara yönelik görsel-işitsel atraksiyonlar, “bilimsel oyuncaklar” bulunuyor. Ancak bütün bu zenginliğe rağmen Darwin Müzesi’nin asıl etkileyiciliğinin taksidermi koleksiyonunun zenginliğinde
yattığını vurgulamak gerek.
Müze salonlarının anlatımına geçmeden önce koleksiyon hakkında bazı bilgiler vermek istiyorum. Darwin Müzesi’nin memeli koleksiyonunda 7748 (doldurulmuş, olduğu gibi saklanmış, kürk), kuş koleksiyonunda 12212 (doldurulmuş, olduğu gibi saklanmış, yuva, kuluçka), 221 amfibi ve sürüngen (doldurulmuş, iskelet), 283 balık (doldurulmuş), 609 kabuklu, 16283 yumuşakça, 990 omurgasız deniz canlısı, 49647 kelebek, 64373 kın kanatlı, 227 böcek yuvası ve 112991 köpek balığı diş fosil örneği bulunmaktadır. Paleontoloji koleksiyonu 8373, botanik koleksiyonu ise 1824 parçadan ibaret. Fotoğraf sayısı 38685, ses kaydı 297. Güzel sanatlar koleksiyonu 1759 tablo, 9065 grafik ve 997 heykelden oluşuyor. Son olarak müze 7351 nadir kitap ve 7750 arşiv malzemesine sahip.
Ana binanın birinci salonu sergilere ayrılmış. Aslında müzenin periyodik sergiler için oldukça geniş, altı katlı bir ek binası var ancak zaman zaman ana binada da uygun görülen yerlerde tematik sergiler düzenleniyor. İkinci salon “Müzenin Tarihi” adını taşıyor. (Daha fazla fotoğraf için bağlantıya tıklayın.) Burada Darwin Müzesi’nin kurucusu Aleksandr
Kots’un uzun yıllar üzerinde çalıştığı orman tavuğu (Tetraoninae) örnekleri karşılıyor bizi. Müzenin ilk koleksiyonunu oluşturan bu örnekler 1899’dan kalma ama sanki aradaki cam vitrin olmasa uçuvereceklermiş gibi canlı görünüyorlar. Salonda Kots’un ve müzenin bugünlere gelmesinde emeği olan diğer bilim insanlarının, sanatçıların hayatı ve çalışmaları hakkında fikir veren orijinal parçalar ve fotoğraflar da sergileniyor.
Üç numaralı salon “Yeryüzündeki Yaşamın Çeşitliliği”ne adanmış. Oldukça geniş ve yüksek tavanlı bu salonun ortasında soyu tükenmiş moa, dev tembel hayvan ve koala lemurunun birebir ölçekli alçı heykelleri duruyor. Vitrinlerde ise tropik ormanlar, savanlar, yüksek dağlar, kutup kıyıları, mercan resifleri ve okyanus diplerine özgü türlerden bireylerin doldurulmuş örnekleri ve de maketleri sergileniyor.
Salonun adından da anlaşılacağı üzere burada, biyosferin farklı bölümlerinden örneklerle ziyaretçinin dikkatini yer yüzündeki canlılığın çeşitliliğine çekmek hedeflenmiş. Sergi malzemesinin büyük oranda hayvanlar aleminden seçilmesi örneklerin korunabilirliği açısından bir zorunluluk sanki. Öte yandan teoriyle ilişkisi amatör düzeyde seyreden biri için çeşitlilik bundan daha iyi anlatılamazdı diye düşünüyorum: Göz alıcı renkleriyle tukan, muazzam cüsseleriyle zürafa ve fil, muhteşem boynuzlarıyla dağ keçisi, penguenler ve minik yavruları, denizkestaneleri, planktonlar, devasa rafflesia ve diğerleri…
İkinci kata çıkıyoruz. Karşımıza “Canlı Doğanın Kavranma Aşamaları” salonu çıkıyor. Burada insanoğlunun eski çağlardan itibaren doğal
yaşamdaki çeşitliliği anlamlandırma çabalarının izini sürüyoruz. Başka deyişle biyoloji ve evrim teorisinin adım adım kaydedilmiş tarihi var karşımızda. Müze yetkilileri tanıtım broşürlerinde bu bakımdan salonun dünyada bir eşi daha bulunmadığının altını çiziyor.
Salonun giriş kısmı ilk çağlardan XVIII. yüzyıla kadar olan dönemde biyoloji bilgisinin gelişimine adanmış. Tavanı 30 bin yıl önce yapılmış mağara resimlerinin kopyaları süslüyor. Duvarlarda ise totemizm, Antik Doğu, Mısır, Yunan, Roma, Hristiyan ve Müslüman medeniyetlerinde canlı doğa ve tıp bilgisini özetleyen çarpıcı görseller asılı. Zaman çizgisinde, ortaçağla birlikte yıkılan antik medeniyetten Rönesans’a doğru ilerledikçe bu görsellere bazı parçalar da eşlik etmeye başlıyor. Örneğin, XVI. yüzyıldan kalma bir “ejderha taksonomisi” kitabı.
Coğrafi keşiflerle birlikte dünyanın farklı faunalarına erişim ve sistematiğin doğuşunun yanı sıra mikroskobun gelişimi, hücre teorisi, karşılaştırmalı embriyoloji, zooloji, anatomi, paleontoloji ve morfoloji dallarının ortaya çıkışı bu bölümde işlenen temalardan bazıları.
İkinci kısım XIX-XX. yüzyıllarda evrimci fikirlerin evrimine ayrılmış. Müzeye ilk ziyaretim sırasında beni en çok etkileyen bu bölüm olmuştu. İnsanoğlunun canlı doğa ve dolayısla kendi tarihini gerçeğe en uygun biçimde yazmak için harcadığı onca emeğin bizzat kendisiydi burada sergilenenler. Saint-Hilaire, Cuvier, Lamarck, Darwin, Wallace, Mendel, Kovalevski, Weismann, Vernadski, Vavilov, Morgan, Mayr, Dobjanski, Çetverikov başta olmak üzere bahtsız Sovyet genetikçileri ve diğer seçkin bilim insanlarının yapıtlarına ve katkılarına
adanmış bir dolu camekan tek kelimeyle göz kamaştırıyor.
Bu kısımda doğal olarak en büyük odaklanma Charles Darwin üzerine. Büyük doğabilimciye ayrılmış vitrinlerin birinde Beagle’daki kamarası, bir diğerinde ünlü güvercinliği yeniden kurulmuş. Başka bir camekanda “Etçil Bitkiler”, “Mercan Resiflerinin Yapısı ve Dağılımı”, “Evcil Hayvan ve Bitkilerde Çeşitlenme” ve “Orkidelerde Döllenme” gibi popüler kültürde nispeten az bilinen eserlerinin ilk Rusça çevirileri sergileniyor.
Darwin ve Wallace’ın eşzamanlı
geliştirdiği doğal seçilim yoluyla evrim teorisine yöneltilen bilimsel eleştirilere de yer veriliyor sergide. Başta kalıtım konusu olmak üzere bu eleştirilerin işaret ettiği eksiklikler üzerinden sahneyi, tabiri caizse Mendel alıyor. Klasik genetikten Modern Sentez’e uzanan çizginin hemen her adımı ayrı bir vitrinde ele alınmış.

Bu adımların en önemlilerinden birini atan Rus biyolog Sergey Çetverikov için bir parantez açmak istiyorum. Çetverikov, doğal seçilim yoluyla evrim teorisi ile genetik bilimi arasındaki kopukluğu ortadan kaldırarak, bu iki disiplin arasındaki ilişkiyi teorik bakımdan temellendiren ve deneysel olarak da göstermeye çalışan bilim insanlarından biridir. Salonda Çetverikov’a ayrılan panoda katkılarından örnekler sergileniyor. Moskova çevresindeki kelebekler üzerine gözlemlerinden yola
çıkarak populasyondaki dalgalanmalara işaret etmek için kaleme aldığı 1905 tarihli ünlü “Yaşam Dalgaları” makalesi panonun hemen önündeki camekanda gerçek örneklerle “canlandırılmış”. (Bu yöntem hem bu, hem de sonraki salonlarda sıkça kullanılıyor.) Biyolojide çağdaş eğilimleri ele alan panoların eşliğinde bu salondan ayrılıyoruz.
“Mikroevrim” başlığını taşıyan beş numaralı salon, Darwin Müzesi’nin açık ara en çok ilgi çeken bölümüdür denilebilir. Salon her zaman diğerlerinden daha kalabalık. Burada, bütünde evrim teorisini oluşturan alt önermeler, deyim yerindeyse, sahne sahne yeniden canlandırılıyor. Salondan ayrılırken evrim teorisine dair hemen hemen bütün genel kavramlar hakkında bilgi edinebiliyorsunuz. Yalnız, bunun her şeyden evvel
görsel bir bilgi olduğunun ve bu yanıyla yazılı kaynaklardan edinilene göre nispeten daha fazla akılda kaldığının altını çizelim.

Salon dört kısma ayrılmış. On bir vitrini kapsayan ilk kısımda, evrim teorisinin temelinde yer alan tür içi değişkenlik ve kalıtım konuları ele alınıyor. Tilki, dövüşken kuş ve deniz yıldızı gibi örneklerle büyüklük, renk, vesair özelliklerin aynı tür içinde ne kadar değişken olabileceği gösteriliyor ziyaretçiye. Kalıtım yasaları bu bölümün ikinci teması.

İkinci kısmın konusu yaşam savaşı ve doğal seçilim. Bir yandan av-avcı ilişkisi, türler arası ve tür içi rekabet, cansız doğaya karşı mücadele, diğer yandan doğal ve yapay seçilim, uyum, cinsel seçilim kavramları, daha önceki bölümlerde olduğu gibi burada da çarpıcı sahneler ve bilgiler eşliğinde ziyaretçinin dikkatine sunuluyor.
Üçüncü kısımda tür ve türleşme konuları işlenirken son bölümde türler arası etkileşim ele alınıyor. Coğrafi değişkenliğin
türleşmede oynadığı rol; ekolojik, davranışsal, genetik izolasyon yoluyla türleşme; kommensalizm ve mutualizm, parazit-konak ilişkileri, kuşlarda yuva asalaklığı, av-avcı ilişkileri ve besin zincirleri, yiyecek veya barınma için rekabet altbaşlıklardan bazıları.

Üçüncü ve son kattaki “Zoocoğrafya” salonuna geçiyoruz. Burada genel olarak hayvanlar aleminde gözlenen çeşitliliğin zaman içerisinde coğrafyaya bağlı olarak değişimi konusu ele alınıyor. Girişte bizi bir zoocoğrafi bölgeler haritası karşılıyor. Salonun tanıtım panosunda yazdığına göre bu harita aynı zamanda ziyaretçiler için bir rehber niteliğinde. Her vitrin haritada farklı bir renkle boyanmış bir zoocoğrafi bölgeye karşılık
geliyor. Bu vitrinlerde; Kuzey Avrasya, Kuzey Asya ve Kuzey Amerika’yı kapsayan Holarktik, Neotropik (Güney ve Orta Amerika), Oryantal (Güney ve Güneydoğu Asya), Etiyopyen (Orta ve Güney Afrika) ve Avustralyen (anakara ve çevre adalar) ekobölgelerindeki farklı faunalardan örnekler sergileniyor.
Müzenin yedinci ve son salonu “Makroevrim”. Türden büyük taksonların evrimine adanan sergi yaşamın birliği teması ile başlıyor. Vitrinlerde sergilenen fosil ağırlıklı parçalara açıklayıcı şemalar ve metinler eşlik ediyor. L şeklideki salonun büyük bir bölümünü boydan boya geçen devasa bir jeokronoloji skalası var. Her jeolojik zamana birkaç vitrin gelecek şekilde bir mekan düzenlemesi yapılmış. Jeokronolojide insanın ortaya çıkışıyla birlikte “İnsanın Kökeni” bölümü başlıyor ve mekan bir arkeoloji ve antropoloji müzesine dönüşüyor. Bu kısmın ardından gelen “Canlılarda Davranışların Evrimi” ve “İnsan-Doğa İlişkisi” bölümleriyle sergi sona eriyor.


***
Darwin Müzesi’ne dair genel izlenimleri toparlayacak olursak… Öncelikle müzede gerçekten yoğun bir ziyaretçi trafiği var. 1995’te açılan yeni binada bir milyonuncu ziyaretçi 2000 yılında ağırlanmış. En kalabalık ziyaretçi grubunu çocuklu aileler oluşturuyor. Müze yöntetimi de bütün düzenlemelerde bu durumu dikkate almış. Stephen Jay Gould’un paleontoloji merakının nasıl ve nerede başladığı hatırlanırsa bu gelecek adına hiç
de fena bir yatırım sayılmaz.

Bina içerisinde yemekhane ve kafenin yanı sıra anaokul öncesi çocuklar bir oyun ve rekreasyon alanı mevcut. Daha büyük çocuklarsa genelde sergilenen parçaların içine düşmüş oluyor. Son derece canlı görünen hayvanlarla dolu vitrinlerden kafalarını kaldırabildikleri ölçüde, yine salon içindeki türlü türlü bilimsel oyuncağın tadını çıkarıyorlar. Mesela Yeni Gine Cennet Kuşları’nın doldurulmuş örneklerinin sergilendiği bir camekanın hemen yanında bu hayvanların seslerini çalan bir otomat
ya da doğal ortamda çekilmiş görüntülerinin oynadığı küçük bir video ekranı bulunabiliyor. Üç numaralı “Yaşamın Çeşitliliği” salonuna bakan asma katta sürüngenlerin ya da kuşların gözlerinden bakmayı sağlayan dürbünler yerleştirilmiş. Salonlardan birinde kendi kilomuzla, bazı hayvanların vücut ağırlıklarını kıyaslayan bilgisayar ekranlı bir tartı var. Alttaki fotoğrafta benim sonuçlarımı görüyorsunuz. Tahmin edeceğiniz üzere bu atraksiyonlar, çocuklar kadar yetişkinlerin de ilgisini çekiyor.

Müzede video gösterimleri de ihmal edilmemiş. Hemen her salonda ilgili konuya dair videolar dönüyor. Salonlardaki gürültülü ortamı dikkate alarak videolara altyazılar da eklenmiş. Haftasonları müzenin konferans salonunda daha özel gösterimler de yapılıyor. Örneğin son ziyaretim sırasında deniz dinozorlarına dair üç boyutlu bir belgesel oynuyordu.

Daha önce de belirttiğim gibi, taksidermi koleksiyonunun uyandırdığı canlılık hissi gerçekten insanı etkiliyor. Bilimin sıkıcı olduğunu düşünenleri müzede bambaşka bir manzaranın beklediği söylenebilir. Biyoloji bilimine ve evrim teorisine ilgi duyan sıradan insanlar için burası, bir yandan aklımıza takılan kimi sorulara cevaplar ararken, diğer yandan da birkaç keyifli saat geçirebileceğimiz bir bilim ve kültür yuvası. Bu kış eksili derecelerin üstünü pek göremediğimiz Moskova’da,
Türlerin Kökeni’ni yeniden okumak için Darwin Müzesi’nden daha sıcak bir mekan düşünemiyorum.
Mustafa Yılmaz
Moskova Devlet Pedagoji Üniversitesi (MPGU), XX. Yüzyıl Rus Edebiyatı Kürsüsü’nde Doktora Öğrencisi
mustafayilmaz11( )yahoo.com
Çok başarılı bir yazı olmuş.
LikeLike
Harika bir yazi olmus, tesekkurler! Kosa kosa gidip goresim geldi…
LikeLike
Olağanüstü bir blog, elinize sağlık
LikeLike
nasıl keyifle okudum anlatamam.. ayağına, aklına sağlik! 🙂
LikeLike
elinize sağlık, güzel bir yazı olmuş
LikeLike
Keşke Türkiye’de de böyle bir Darwin-Evrim Müzesi olsaydı…Türkiye ile Rusya arasındaki bilim, teknoloji ve toplumsal evrimsel- gelişmişlik farkı burada ortaya çıkıyor. Belki Evrim Çalışkanları bir ön çalışma olarak sa nal ortamda görsel ağırlıklı bir Darwin-Evrim Müzesi yaparlar…
LikeLike